Zemheride Yoğurt İsteyen Cebinde İnek Taşır Atasözünün Hikayesi
Zemheride Yoğurt İsteyen Cebinde İnek Taşır Atasözünün Açıklaması
Zemheride Yoğurt İsteyen Cebinde İnek Taşır Atasözünün Anlamı
Zemheride Yoğurt İsteyen Cebinde İnek Taşır Atasözünün Hikayesi Kısa
Zemheride Yoğurt İsteyen Cebinde İnek Taşır Atasözünün Öyküsü
ZEMHERİDE YOĞURT İSTEYEN CEBİNDE İNEK TAŞIR ATASÖZÜNÜN ANLAMI
Bu atasözümüzün anlamına geçmeden önce, bir açıklama yapmak gereğini duyduk. Zemheri; kış mevsiminin ortalarına denk gelen, dondurucu ayazların hüküm sürdüğü en soğuk günlere verilen addır. O yıllarda teknoloji gelişmemiş olduğundan; yazın buz, kışın karpuz bulunmazdı. Her şey mevsiminde olurdu… Bu kısa açıklamamızdan sonra, bu güzel atasözümüzü şöyle yorumlayabiliriz…
Zamansız ve zor şartlar altımda bir şeyler yapmak isteyenler çok düşünmeli… Çok arzu ettiği bir şeyi gerçekleştirmek çok fedakârlık ister. Arzu edilen şey; her zaman, her yerde ve kolaylıkla bulunmayabilir. Böylesi zamansız istekleri olanlar, o isteklerinin kolaylıkla elde edilemeyeceğini bilmeliler. Zamansız yoğurt isteyenin ineği cebinde taşıması gibi…
ZEMHERİDE YOĞURT İSTEYEN CEBİNDE İNEK TAŞIR ATASÖZÜNÜN HİKAYESİ
Önce bir uğultu duydu Orhan. Fakat bu uğultu ne fırtına uğultusuna, ne de bir başka uğultuya benziyordu. Dalgalı bir denizin dibindeki sesleri andırıyordu. Ama çok sürmedi… Sesler kesildi. Sadi Dede’nin sesi duyuldu:
“Geldik işte… Açabilirsin gözlerini.
Orhan, gözlerini açtığında, donmuş bir görüntüyle karşılaştı. Her taraf lekesiz bir beyazlık içindeydi. Ağaçların dallarından, çatıların saçaklarından kılıç gibi buzlar sarkıyordu. Besbelli hava öylesine soğuktu ki, zaman bile donmuştu sanki…
Sadi Dede ile birlikte, beyaz bir çadır görünümündeki bir çamın altodaydılar… Ayrı bir zaman diliminden geldikleri için soğuk onları etkilemiyordu…
Kim bilir hangi geçmiş zamanın bayatlamış karlar üzerinden yürüyerek bir eve yaklaştılar.
Görüntüye bakılırsa bir şehir merkezindeydiler. Ve yine görüntüye bakılırsa hava o kadar soğuktu ki, sokakta kimsecikler yoktu. Evlerin bacalarında çıkan dumanlar bile titriyorlardı… Tam evin bahçe kapısından girmeye yeltendiler ki, bazı konuşmalar duydular. Dede ile torun, hemen kendilerini bir kar yığınının arkasına attılar. Neyse ki gören olmamıştı…
Evden iki genç ile bir orta yaşlı adam çıktı. Çıktıkları bahçenin kapışım örttüler. Üç kişi, tam da bizimkilerin önündeydiler…
“Nerden bulabiliriz ki baba?” dedi, gençlerden biri. “Bu mevsimde yoğurt… Olacak şey mi?”
“Yakın köylerde bulunur mu acaba?” diye, başka bir ordu ikinci genç…
Adam, başındaki tiftik külahı kulakla kadar indirirken;
Ne bileyim oğlum” dedi, umutsuzca. “Zemherideyiz. Kışın tam ortası… Bu mevsimde, hala Man inek var mıdır köylerde? Pek sanmıyorum ama arayıp soracağız. Dedeniz hasta çocukla Yoksa bu mevsimde yoğurt olmayacağım bilmez miydi? Haydi, gidelim bari…”
Tam Orhanların önünden geçerken duran adam, ufak bir kahkaha attı. Ve beklenen o özlü sözü sıcak bir salep gibi akıllara içirdi:
“Zemheride yoğurt isteyen, cebinde inek taşır Orhan, cepte taşınabilecek bir t inek düşünerek gülümsedi. Buradan da alacaklarım almışlardı.
Dondurucu soğukta yoğurt aramaya gidenlerin peşi sıra baktı. Ve uyarıya gerek duymadan, başım Sadi Dede’nin göğsüne yaslayıp gözlerini yumdu…
Yine o korkunç uğultu ve sarsıntıdan sonra, bitkin bir halde gözlerini açan Orhan, başım dedesinin göğsünde ve kendini evlerinde buldu…