Ucuz Alan Pahalı Alır Atasözünün Açıklaması Anlamı Hikayesi Kısa
Ucuz Alan Pahalı Alır Atasözünün Açıklaması
Ucuz Alan Pahalı Alır Atasözünün Anlamı
Ucuz Alan Pahalı Alır Atasözünün Hikayesi Kısa
Ucuz Alan Pahalı Alır Atasözünün Öyküsü
UCUZ ALAN PAHALI ALIR ATASÖZÜNÜN ANLAMI
Dayanıksız ve kalitesiz maddelerden üretilen mallar dayanıksız ve kalitesizdir. Buna zanaat ve emek yetersizliği de eklenirse, o malın çürüklüğü ortaya çıkar. Haliyle ucuza mal edilen ürün ucuza satılır. Bu tip ürünler çabuk yıpranır, kullanılamaz hale gelir ve elden çıkar. Yenisini almak yeni bir masraf çıkarır. Ve ucuz mal alam zarara sokar…
UCUZ ALAN PAHALI ALIR ATASÖZÜNÜN ÖYKÜSÜ
Önce bir uğultu duydu Orhan. Fakat bu uğultu ne fırtına uğultusuna, ne de bir başka uğultuya benziyordu. Dalgalı bir denizin dibindeki sesleri andırıyordu. Ama çok sürmedi… Sesler kesildi. Sadi Dede’nin sesi duyuldu: “Geldik işte… Açabilirsin gözlerini…”
Orhan ve Sadi Dede’nin bu defaki zaman yolculuğu bir kasaba kahvesinde son bulmuştu… Geçmiş zaman dilimi olarak kesin bir şey söyleyemesek de, tahminen günümüzden yüzyıl veya biraz daha öncesiydi diye biliriz. Mevsim kış, vakit öğle ile ikindi arasıydı…
Giriş kapışırım tam karşısına gelen duvara gömülü ocakta kalın kütükler yanıyordu. İçeride az da olsa duman kokusu vardı. Bu duman kokusu, ocağın önündeki közler üzerinde bakır bir güğümde kaynayan ıhlamur kokusuna karışıp gidiyordu…
İçerisi sıcaktı. O yüzden, şimdilerde şömine dedikleri ocağın çevresindeki arkalıksız iskemleler boştu. Çoğu yaşlı ve orta yaşlı olan müşteriler duvar diplerindeki kerevetlere bağdaş kurmuşlardı. Dışarıda sulu sepken ve soğuk hüküm sürse de içeride hava da, sohbet de sıcaktı… Sohbet, küçük öbekler halinde sürüp gidiyordu…
Orhan, gözlerini açtığında, kendin dedesiyle birlikte yıpranmış bir perdenin arkasında bulmuştu. Burada yakacak odunlar, fazla iskemleler ve halı yastıklar vardı. Dede ile torun, bu yastıkların üzerine rahatça kuruldular. Yerleri kuytuydu. Yıpranmış el dokuması perdenin yırtıklarından içeridekileri çok rahat görüyorlardı. işte, yukarıda sözünü ettiğimiz dekoru bu perde arkasından seyrediyorlardı…
Sadi Dede, görüntüler durulaşıp, sesler belirgin bir hal alınca;
“Avına hazır ol küçük avcı” diye fısıldadı. “Bakalım buradan ne götüreceğiz…”
“Hazırım dede” diye gülümsedi Orhan…
Birden kapı açıldı ve telaşlı bir adam içeri girdi. Selam verdi. Hemen ocağa doğru yürüdü. Besbelli üşümüştü. Bir iskemleye çöktü. Ellerini ısıtacak yerde, ayakkabılarını çıkardı. Bu arada öfkeyle söylenmeye başladı:
“Bir daha o adamdan ayakkabı almayacağım ağalar Güzden bu yana bu üçüncü… İlk aldığım pabuçlar, havalar kuru olduğu için bir ay kadar dayandı. Ondan sonraki iki çift yemeni de böyle berbat çıktı. Su çekiyor. Çorapla gezsem bundan iyi.
“Sende kabahat Süleyman” dedi kahveci. ”Niye Kavaf Hüsnü’den almıyorsun?”
Bir süre susup burnundan soluyan Süleyman, ıslak ayaklarım ocağa uzatırken;
“Yahu birader” dedi Hüsnü de bir âlem… Bu yemeninin aynısına iki misli fiyat istiyor.”
“Aklını kullan Süleyman” dedi aksakallı biri. “Bak, üç çift pabuçla iki ay idare edemedin… Gidip yenisini alacaksın. Oysa Kavaf Hüsnü’den alsaydım, bir çift pabuç seni yaza çıkarırdı.”
Ve nihayet, köşede kaldığı için yüzünü göremedikleri biri, beklenen kelebeği uçurdu:
“Ucuz alan pahalı alır…”
Toprak damdaki tıpırtılar, dışarıda yağmurun şiddetlendiğini gösteriyordu. Ama yüz yıl önceki j yağmurdan onlara neydi? Bu düşünceyle gülümseyen Orhan, gözlerini yumdu…
Yine o korkunç uğultu ve sarsıntıdan sonra, bitkin bir halde gözlerini açan Orhan, başım dedesinin göğsünde ve kendini evlerinde buldu…