Üç Kızkardeş Masalı
Üç Kızkardeş Masalı
Biri vardı, biri yoktu, Hüdâdan büyük hiç kimse yoktu. Üç kızkardeş vardı. Bunların anneleri ölmüş, babalan gidip başka bir kadın almış idi. Bir gün bu kadın, kızlarına eziyet eder. Onların da buna canlan sıkılır; kalkıp giderler, bir ağacın altında oturur, hep birlikte dertleşip ağlarlar. Kardeşlerden biri der:
“Ağlamanın bize bir faydası yok. Haydi, gelin sohbet edelim!” Sonra, biri diğerine:
“Gel, seni kocaya verelim!” der. Diğeri:
“Gel, seni verelim!” der. Küçüklerine söylediklerinde ise:
“Beni kime verirlerse, onunla evlenirim”, der. O an bir peri ağacın üstündeymiş. Peri, kızın böyle söylemesi üzerine bir adam yollar, ona:
“Git, bu kızı bana iste”, der. Adam gelir, ablalarıyla konuşur ve kızı periye alır. Gece olunca, peri gider, yılan derisine girer, sonra kızın yanına gelir. Diğer kardeşlerin hepsi kaçar, yalnız bu kız kalır. Yılan bakar; kız ondan hiç rahatsız değil, kendisinin etrafında dönüp saygıda bulunur. Yılan, kızın gelip saygıda bulunduğunu görünce, derisini çıkardı, bir kenara koydu. Birbirleriyle sohbet edip sabaha dek yiyip içtiler. Sabah olunca, yılan yine derisine bürünüp gitti. Gece, yılan yine aynı şekilde geldi. Kızın hiç rahatsız olmadığmı görünce, yine derisinden çıktı ve sabaha dek önceki gibi sohbet ettiler ve yiyip içtiler. Yılan kıza dedi ki:
“Ola ki, ablaların seni aldatırlar; sakın benim insan olduğumu onlara söyleme! ‘o bir yılandır’, de.” Sabah olunca, ablaları geldiler, küçük kıza: “Vah, talihsiz! Bu yılan sonunda seni sokup zehirleyecek. Sen ne diye hala onun yanına gidiyorsun? Gitme!”, dediler. Kızı çok rahatsız ettiler. Kız: ”Hayır, o insandır, yılan değildir!”, dedi. Yılan ise, ona önceden bir yüzük vermişti, ‘eğer ablaların seni aldatacak olursa, gidip bir demir ayakkabı ile asa satm alacaksın; ancak, bunlar eskiyip inceldikten sonra, beni görebileceksin’, demişti. Küçük kızın ablaları, ona yalvarırcasına:
“Nasıl böyle bir şey yaparsın, yılanın yanma gidersin? Eninde sonunda o seni öldürecek!”, dediklerinde, küçük kız:
“Hayır, o insandır, yılan değildir”, dedi. Onlara böyle söyleyince, peri de kendi mekanına gitti.
Küçük kız, gece her ne kadar evde bekledi ise de, periden haber gelmedi. Ertesi gün baktı; yine haber yoktu. Bir yıl, iki yıl bekledi, baktı bir haber yok, sonra aklına perinin söyledikleri geldi. Kalktı gitti, kendine bir çift ayakkabı ile asa satın aldı. Ayakkabıyı giydi ve asayı eline alıp gitti. Az gitti, çok gitti, çift süren birkaç kişiye rastladı, onlara sordu: .
“Kardeş burada ne yapıyorsunuz? Burası kimindir?” Onlar dediler: “Burası Hocahast’a aittir. Buralar hep Mehrigann kabalasıdır.” Yine az gitti, çok gitti, bir şeye… – bir deveciye rastladı. Deveciden sordıi:
“Bu develer kimindir?” Deveci:
“Hocahast’ındır ve bunların hepsi Mehrinigar’ın kabalasıdır”, dedi. Kız çok sevindi, dedi:
“Hocahast benim kocamdir ve… ben Mehriniganm.” Gitti gitti, sonunda bir deniz kıyısına ulaştı. Orada bir gemiciden sordu:
“Bu gemi kimindir?” Gemici dedi:
“Hocahast’ındır, Mehrinigar’ın kabalasıdır.” Mehrinigar sonra gittti, gemiyle obir yakaya geçti, bir çeşmeye ulaştı. Bu çeşmenin başında oturdu, bir süre ağladı ve suyla dertleşti. Sonra, bir kızın geldiğini gördü, dedi: “Kız sen nerelisin, annen baban kimdir?” Kız dedi:
“Benim ne annem ne de babam var. Ben bir hizmetçiyim.” Mehrinigar sordu:
“Sen kimin hizmetçisisin?” Kız:
“Ben Hocahast’ın hizmetçisiyim”, dedi. Sonra kovasını suyla doldurdu gitti. Kız eve gidince, sahibi ona sordu, dedi:
“Sen insan kokuyorsun? Nereden geliyorsun?” Kız:
“Hiç bir yerden gelmiyorum”, dedi. Sahibi:
“Hayır, sen insan kokuyorsun”, dedi. Kız suyu döktü. Üç defa suyu aldı götürdü. Her defasında sahibi onu yere döktü. Sonunda:
“Kız sana ne oldu? Bu suyu nereden alıp geliyorsun?”, dedi. Kız ağlaya ağlaya çeşmenin başına geldi. Mehrinigar ona:
“Pekâla, sen şimdi ne diye ağlayarak geliyorsun?”, diye sorduğunda, kız dedi ki:
“Benim götürdüğüm sulan sahibim yere döküyor, ‘sen insan kokuyorsun’, diyor.” Mehrinigar, kızın kovasını aldı, suyla doldurdu, içine yüzüğünü attı, dedi:
“Eğer bu suyu götürüp sahibinin eline dökersen, birdenbire dök!”
Kız geldi, suyu sahibinin eline dökünce, yüzük düştü. Sahibi yüzüğü görünce, dedi:
“Hey! Mehrinigar gelmiş.” Kalktı, Mehrinigar’ın yanma geldi. Birbir- leriyle konuşup güldüler. Oğlan dedi:
“Şimdi ben seni ne yapayım? Benim anam devdir, seni yer.” Kız bunun üzerine:
“Nereye gidersen git, ben burada kalırım”, dedi. Bu oğlanın yüreğine dokundu, bir dua okudu; kız bir iğne oldu. İğneyi yakasına taktı ve anasının yanma gitti. Anası:
“Sen yine bir insan oğlu getirmişsin”, deyince, oğlan:
“Hayır, getirmedim”, dedi. Anası dedi ki:
“Hayır, getirmişsin.” Oğlan der:
“Eğer Hazreti Süleyman adma ant içersen, sana bu insanı getiririm.” Anası ant içtikten sonra, Mehrinigan yanma getirdi. Onların hoşça oturup kalkmalarından oğlanın anası rahatsız oldu. Bir gün:
“Seni bacımgile yollamalıyım”, der. Bunun üzerine Hocahast Mehrini- gara:
“Seni anasıgile yolluyor”, der, “eğer yolda giderken alçak bir duvar görürsen, ‘aman ne güzel bir duvarmış! Şurda bir dakika oturayım”, de. Orada biraz otur. Giderken bir köpek göreceksin, önünde ot; bir de deve; onun önünde de kemik. Kemiği köpeğin, otu devenin önüne koy. Biraz daha gidince kapalı bir kapı göreceksin. Onu aç, açık kapıyı da ört. Yine gideceksin; teyzemi oturur göreceksin. Ona selâm verdikten sonra, o sana bir bakacak, sonra emir verecek. Her ne emir verirse, onu yerine getir.”
O böylece giderken, gelir bakar, bir deve, önünde kemik; köpeğin önünde ise ot var. Kemiği köpeğin önüne, otu da devenin önüne koyar. Yine gider, bakar, bir kapı açık, onu kapatır; bir kapı kapalıdır, onu açar. Gider bakar, bir duvar, bu öyle yıkık bir duvardır. ‘Aman ne güzel bir duvar, bunun gölgesinde bir dakika oturayım’, der. Burada biraz oturup yorgunluğunu aldıktan sonra, gider bakar ki, Hocahast’m teyzesi orada oturmaktadır. Ona selâm verir ve dört yanını dolanıp saygı gösterir. Teyzesi der ki: “Haa, bu senin işin değil. Bunları sana biri öğretmiş. Madem ki öğretmiş, git filan yerden ne alırsan bacıma ver.” Kız gözüne ne ilişirse alıp geldiği yere götürür. Hocahast’m teyzesi duvara:
“Şu kızı tut!”, deyince, duvar dedi ki:
“Ben yüksek bir duvardım, şimdi yıkıldım. Kaç yıl oldu, bir kerecik dahi yanımdan geçmedin. O, benim gölgemde oturdu, şimdi ben onu niye tutayım?” Hocahast’m teyzesi baktı, bir açık kapı gördü, dedi:
“Şunu tut!” Kapı ona:
“İyi, ama ben kaç yıldır açık idim, bana her tür hava dokunurdu; sen beni bir kerecik dahi kapatmadın. Ben onu tutmam!”, dedi. Hocahast’m teyzesi bu kez kapalı kapıya:
“Kapalı kapı, şunu tut!”, dedi. Kapalı kapı dedi:
”Ben kaç yıldır açık idim, sen beni kapatmadın ki, baştan beri bu toz ve tufanda rahat olayım. Şimdi ben onu tutmam.” Teyze bu kez devenin yanma geldi, dedi:
“Deve tut!” Deve:
“Sen kaç yıldır bana kemik veriyorsun; o ise bana ot veriyor. Niye tutayım ki?”, dedi. Bunun üzerine teyze, köpeğe:
“Köpek tut!”, dedi. Köpek de dedi ki:
“Sen kaç yıldır bana ot veriyorsun; O ise bana kemik verdi. Ben onu tutmam!” Mehrinigar getirdiği şeyleri kaynanasının evine bıraktı. Bunun üzerine kaynanası çok sevindi,
“Madem ki bunları getirdin…”, dedi ve oğluna emretti, “götür onu bağda gezdir, ancak filan eve götürme!” Hocahast da onu aldı, bir baştan o bir başa gezdirdi; ta ki o eve vardılar. Mehrinigar Hocahasta dedi ki: “Bu evin kapısını kesinlikle açacaksın, içini görmek istiyorum.” Hocahast evin kapısını açınca, kızın gözü bir şişeye ilişti. Şişeyi almak isteyince, elinden düştü ve kırıldı; oğlanın anası da o evde öldü. Meğer, bu şişe onun ömrü imiş. Şişe yere düşünce anası da öldü. Zaman ve yaşam Meh- rinigarla Hocahast’a kaldı.
Onlar birlikte yaşayıp mutlu oldular, siz de evinizde mutlu olun!