Ne Doğurursan Aşına O Çıkar Kaşığına Atasözünün Açıklaması
Ne Doğurursan Aşına O Çıkar Kaşığına Atasözünün Anlamı
Ne Doğurursan Aşına O Çıkar Kaşığına Atasözünün Hikayesi Kısa
Ne Doğurursan Aşına O Çıkar Kaşığına Atasözünün Öyküsü
NE DOĞURURSAN AŞINA O ÇIKAR KAŞIĞINA ATASÖZÜNÜN ANLAMI
Bu atasözümüzün anlamı apaçık ortadadır. Herkes genel anlamda, çalışma durumuna göre kazanır. Ve yine istisnalar hariç, çok çalışan çok kazanır, iyi sonuçlar alır… Tembellik edenlerin ise pek kazancının olacağım söylemek mümkün değildir. Bir tencereye ne doğruyorsak, kaşığımıza da o çıkar. Et doğramışsak et, ot doğramışsak ot, az doğramışsak az, çok doğramışsak çok, hiç doğramamışsak hiç… Her atasözümüz gibi bu atasözümüz üzerinde çok iyi düşünmemiz ve çok iyi anlamamız gerek…
NE DOĞURURSAN AŞINA O ÇIKAR KAŞIĞINA ATASÖZÜNÜN HİKAYESİ
Önce bir uğultu duydu Orhan. Fakat bu uğultu ne m fırtına uğultusuna, ne de bir başka uğultuya benziyordu. Dalgalı bir denizin dibindeki sesleri andırıyordu. Ama çok sürmedi… Sesler kesildi. Sadi Dede’nin sesi duyuldu: “Geldik işte… Açabilirsin gözlerini…
Orhan’ın bu kez gözlerini açtığı zaman dilimi; duruma bakılırsa, çok da eski olmayan bir geçmiş zamandı… Belki kırk, belki de elli yıl kadar öncenin bilinen dekor ve kıyafetleriydi göze çarpan. Onun için Sadi Dede de, Orhan da pek yadırgamadılar…
Günümüz orta halli bir ailenin oturma odasındaydılar. Gözlerini açar açmaz da, örtüleri yere kadar inen büyük bir masanın altında bulmuşlardı kendilerini. Yerleri gayet uygundu…
Tam karşılarına gelen kanepede, orta yaş denmeyecek kadar genç bir karı koca oturuyordu.
Çok geçmeden görüntüler iyice berraklaşırken,
Canlılar hareketlendi, net bir şekilde duyulmaya
başladı… Dede ile torun, göz göze bakışıp anlaştılar. Atasözü kelebekleri belli ki tüm zaman dilimlerinde kanat çırpmaya başlamışlardı…
Derken kapı açıldı, saçları ak ama oldukça dinç bir adam içeri girdi. Kanepede oturanlar, toparlanarak gelen yaşlı adama yet verdiler. Kadın, kanepeden kalkıp, karşısındaki koltuğa geçti. Adam, yerleşmeye çalışırken, Orhan’ın yaşıtı bir erkek çocukla, Sekiz yaşlarında bir kız içeri girdiler… Kız, koşarak yaşlı adamın boynuna sarıldı…
Erkek çocuk ise, somurtuk bir suratla genç kadının yanındaki koltuğa oturdu… Kısa bir sessizlikten sonra, ilk konuşan genç adam oldu:
“Çocuklar bugün karnelerini aldılar baba” dedi. “Elif, takdirname almış…”
Adının Elif olduğunu öğrendiğimiz küçük kız, biraz şımararak yaşlı adamın boynuna daha bir sıkı sarıldı. Yaşlı adam, gayet mutlu bir tebessümle; “Aferin benim kızıma” dedi. “Çalışan kazanır. Elifim, güzel maviş gözleri kızarana kadar çalışıyordu. Bunun karşılığını da almış. Aslan oğlum ne yapmış?”
“Emre sınıfını geçmiş ama hepsi o kadar baba… Yani takdir filan yok…”
“Yetmez mi?” dedi yaşlı adam. “Torunum sınıfını geçmiş ya… Mesele yok. Gerçi bu sene biraz haylazlık, tembellik etti… Lâkin seneye gayret edip o dediğiniz nameyi de alır… Her çalışmanın bir karşılığı var çocuklar… Rahmetli babam derdi ki…”
Sözünün burasında, Emre ile birlikte Orhan’a da, o beklenen altın sözü gönderdi:
“Ne doğrarsan aşına, o çıkar kaşığına…”
Zaman yolundaki bu seyahatiyle, bir atasözü daha kazanmıştı Orhan… Sadi Dede’ye baktı. Gözleriyle anlaşıp gülümsediler. Başım dedesinin göğsüne yaslayan Orhan, gözlerini yumdu.
Yine o korkunç uğultu ve sarsıntıdan sonra, bitkin bir halde gözlerini açan Orhan, başım dedesinin göğsünde ve kendim evlerinde buldu…
Yeni Yorum