
Dost Başa Düşman Ayağa Bakar Atasözünün Açıklaması Anlamı Hikayesi Kısa


Dost Başa Düşman Ayağa Bakar Atasözünün Açıklaması
Dost Başa Düşman Ayağa Bakar Atasözünün Anlamı
Dost Başa Düşman Ayağa Bakar Atasözünün Hikayesi Kısa
Dost Başa Düşman Ayağa Bakar Atasözünün Öyküsü
DOST BAŞA DÜŞMAN AYAĞA BAKAR ATASÖZÜNÜN ANLAMI
Size karşı gizli bir hesabı olmayan bir kimsenin, konuşurken gözlerini kaçırıp, kirpikleriyle yer süpürmesi dostça bir ifade değildir. Dürüst ve dost olan kimse, konuşurken gözlerinize bakarak konuşur. İçinde size karşı dostça duygular beslemeyen birinin, gözlerinize bakması pek mümkün değildir. Onlar hep ayağa, yere ve başka tarafa bakarak konuşurlar…
DOST BAŞA DÜŞMAN AYAĞA BAKAR ATASÖZÜNÜN HİKAYESİ
Önce bir uğultu duydu Orhan. Fakat bu uğultu ne fırtına uğultusuna, ne de bir başka uğultuya benziyordu. Dalgalı bir denizin dibindeki sesleri andırıyordu. Ama çok sürmedi… Sesler kesildi. Sadi Dede’nin sesi duyuldu:
“Geldik işte… Açabilirsin gözlerini…”
Orhan, Sadi Dede’nin uyarmasıyla gözlerini açtı. Çok kısa süren ama çok zorlu geçen bu yolculuğu da, tıpkı diğer yolculukları gibi sarsmış ve yormuştu… Gözlerini ovuşturdu…
Birden, eşya belirlemeye, sesler duyulmaya başladı… Görüntüler dalgalanıp duruldu…
Oda nesi? Mevsim kış mıymış? Beliren görüntüye bakılırsa, dışarda ayaz vardı…
En az yüz yıl önceki bir kasaba evindeydiler. Nasıl olmuşsa, Orhan ile Sadi Dede, yüklük denen yatakların yığılı olduğu kuytu köşede gizlenmiş durumdaydılar… Orta yerde bakır bir mangal ve Mangal başında bağdaş kurmuş gül yüzlü bir nine vardı. Ninenin karşısında, boynundan asılı cüz kesesiyle on yaşlarında bir erkek çocuğu duruyordu… Belli ki mektepten yeni yetmişti.
Ama üzgün ve kızgın bir hali vardı…
Çocuk, ağlamaklı bir sesle*,
“Babaanne! Kıyafetimle alay etti Şükrü… ” dedi. ”Diğer çocukları da kışkırttı ama kimse uymadı ona…”
“Nesi varmış kıyafetinin oğlum!” dedi ‘Hine. ‘Çuha şalvarın, hırkan yepyeni ve tertemiz Külahına gelince; en güzel yünden kendi elimle eğirip, kendi elimle ördüm. Nakışlarım da, benim diyen kimse yapamaz. Hem daha bugün taktın kafana… Yoksa bunu mu kıskandı o Şükrü denen arkadaşın?”
Çocuk, boynundaki cüz kesesini çıkarırken burnunu çekti:
“Ne bileyim babaanne” dedi. “Zaten başıma bakmadı ki… Gözleri hep ayaklarımdaydı. Sol pabucumdaki yamayı gösterip gülüyordu. Bir de ‘yamalı pabuç, Yamalı pabuç’ diyerek çevremde dönüp durdu hep… Oysa diğer arkadaşlar külahıma gıptayla bakıp, hayırlı olsun dediler… Pabucumdaki yamaya bir tek Şükrü denen çocuk taktı…”
Nine, torununu elinden tutup çekti. Mangalın başına oturan çocuk, nemli gözlerini ninesinin omuzunda silerken, boğuk bir mırıltıyla;
“Çok üzüldüm ama babaanne” diye burnunu çekti. “O Şükrü denen çocuğa yarın gününü göstereceğim. … Görür o benimle alay etmeyi…”
“Buna hiç gerek yok oğlum” dedi nine, torununun başım okşarken. “Kesemde birkaç akçem var. Yarın bir çift güzel pabuç alırım oğluma. Bakalım bu defa ne diyecek?”
“O çocuk güzel şeylere bakmaz babaanne. Bu defa başka şeyler bulur…”
“Hayır evlat. Anladığım kadarıyla o çocuk senin dostun değil. Mutlaka yeni pabuçlarım görecek… Çünkü…”
Burada biraz duraksadı. Sadi Dede, Orhan’a “dikkat” işareti verdi ve Ninenin cümlesinin devamı geldi:
“Dost başa, düşman ayağa bakar…”
“Alacağımızı aldık evlat” dedi Sadi Dede. “Haydi, başım göğsüme daya ve gözlerini yum.”
Yine o korkunç uğultu ve sarsıntıdan sonra, bitkin bir halde gözlerini açan Orhan, başını dedesinin göğsünde ve kendini evlerinde buldu…