Divan Nesrinin Önemli Temsilcileri, Şairleri, Sanatçıları ve Eserleri
DİVAN NESRİNİN ÖNEMLİ TEMSİCİLERİ
ÂŞIKPAŞAZÂDE (1392 – 1481)
Âşıkpaşazade Derviş Ahmet, 1393’te Amasya’da Eivan Çelebi köyünde doğdu. Tasavvuf şairi Âşık Paşa’nın torun çocuğudur. Bu nedenle Âşıkî mahlasını kullanmıştır.
Âşıkpaşazade, hayatının sonlarında tanığı olduğu olayları, duyup gördüklerini de zaman sırasıyla içine alan (kronolojik) bir Osmanlı tarihi yazmaya başlamıştır. 1502’ye kadar gelen olayları anlatır. Konuşma düne yakın, kısa cümleli bir üslupla yazılan, arada manzum parçaları da oian bu eser bir vakayinamedir. Âşıkpaşa- zade Tarihi isimli bu eseri, önemli bir eserdir.
**********
SİNAN PAŞA (1437-1486)
yüzyıl Divan edebiyatı düzyazı ustalarındandır. Sağlam bir eğitim gördükten sonra Edirne’de müderrislik yapmıştır. Vezirlik rütbesiyle Fatih Sultan Mehmed’e hoca olmuş, daha sonra Sivrihisar’a kadı ve müderris olarak gönderilmiştir. II. Bayezid padişah olunca tekrar Edirne’ye tayin edilmiştir.
Sinan Paşa, edebiyatımızda yabancı kelime ve dil kurallarıyla örülü divan şiiri mazmunlarından faydalanan; ahenge düşkün, süslü, secili divan nesrinin ilk temsilcisidir.
Kaabus-name, bir nasihatnamedir. Bu didaktik eserde, arada hikayeler anlatılarak öğütler verilir.
Kaabusname’den:
“Şöyle bilmiş ol oğul, eğer padişahlığa ulaşacak olursan padişahlığında haramdan sakınıcı ol. Dindarlık odur ki, elini ve gözünü halkın hareminden ve haramından sakınasın. Namuslu ol. Namusluluk dini bütünlük nişanıdır.
El uzatmak istediğin her işte, önce görüşünü bilgine uydur, sonra o işe el uzat. Yani bilgisizlikle iş yapma, her işin öncesinde aklına, bilgine danış, sonra o işi yap. Çünkü padişahın sadrazamı akıl ve bilgidir. Aceleci olma, yani her işin zamanını bulmadıkça acele etme, ama zamanını bulunca sabretme.
**********
EVLİYA ÇELEBİ (1611 – 1682)
Evliya Çelebi 1611 yılında İstanbul Unkapanı’nda doğmuştur. Evliya Çelebi’nin ailesi Kütahya’dan gelip İstanbul’un Unkapanı yöresine yerleşmiştir. Babası Derviş Mehmed Zillî, sarayda kuyumcubaşı olarak görev yapmıştır, ilköğrenimini özel olarak gördükten sonra bir süre medresede okumuş, babasından tezhip, hat ve nakış öğrenen Evliya Çelebi, musiki ile ilgilenmiş, Kuran’ı ezberleyerek “hafız” olmuştur. Enderuna alınmış, dayısı Melek Ahmed Paşa’nın aracılığıyla Sultan IV. Murad’ın hizmetine girmiştir.
Evliya Çelebi Seyahatname’nin girişinde seyahate duyduğu ilgiyi anlatırken bir gece rüyasında Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammedi gördüğünü, ondan “şefaat ya Resulallah” diyerek şefaat isteyecek yerde, şaşırıp “seyahat ya Resulallah” dediğini, bunun üzerine Peygamber Efendimizin ona gönlünün uyarınca gezme, uzak ülkeleri görme imkanı verdiğini yazar.
Edebiyatımızda gezi türünün ilk örneklerini veren yazar, usta bir gözlemcidir. Elli yıllık bir süre içinde gezdiği yerleri konuşma diline yakın bir dille anlatmıştır. Anlatımında abartılı olmakla birlikte, Divan nesrinin kalıplarını da kırmıştır. 10 ciltlik “Seyahatnâme” adlı eseri çok tanınmıştır.
Üslup bakımından ele alındığında, Evliya Çelebi’nin, o dönemdeki Osmanlı toplumunda, özellikle Divan edebiyatında yaygın olan düzyazıya bağlı kalmadığı görülür. Divan edebiyatında düzyazı ayrı bir marifet ürünü sayılır, ağdalı bir biçimle ortaya konurdu. Evliya Çelebi, bir yazar olarak, bu geleneğe uymadı, daha çok günlük konuşma diline yakın, kolay söylenip yazılan bir dil benimsedi. Bu dil akıcı, sürükleyici, yer yer eğlenceli ve alaycıdır. 14 yaşına kadar özel eğitim gören Kâtip Çelebi, 1623’te Anadolu Muhasebesi Kalemi’ne girmiştir. IV. Murad döneminde (1624 -1640) girişilen Doğu seferlerine kâtib olarak katılmıştır. 1635’te İstanbul’a dönerek kendisini tümüyle okuyup yazmaya vermiştir. Dönemin ünlü bilginlerinin derslerine katılarak medrese öğrenimindeki eksikliklerini gidermiştir. Tarihten tıbba, coğrafyadan astronomiye kadar geniş bir ilgi alanı olan Kâtip Çelebi, aynı zamanda zengin bir kitaplığın da sahibidir. 1645’te sırası
Sinan Paşa’nın eserlerinden Tazarru-name, felsefe, tasavvuf, ahlak konularını işler. Tezkiret-ül- Evliya, üniü tasavvufçuların hayat ve menkıbelerini anlatır. Maarif- name isimli bir eseri daha vardır.
**********
MERCİMEK AHMET (? – ?)
15. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı düşünülen, hayatı hakkında yeterli bilgilere sahip olmadığımız Mercimek Ahmet, kitabında anlattığına göre II. Murat’ın isteği üzerine Kabusnameyi açık anlaşılır bir dille tercüme etmiştir. Kabus-name, bir nasihatnamedir. Bu didaktik eserde, arada hikayeler anlatılarak öğütler verilir.
Kabusname’den:
“Şöyle bilmiş ol oğul, eğer padişahlığa ulaşacak olursan padişahlığında haramdan sakınıcı ol. Dindarlık odur ki, elini ve gözünü halkın hareminden ve haramından sakınasın. Namuslu ol. Namusluluk dini bütünlük nişanıdır.
El uzatmak istediğin her işte, önce görüşünü bilgine uydur, sonra o işe el uzat. Yani bilgisizlikle iş yapma, her işin öncesinde aklına, bilgine danış, sonra o işi yap. Çünkü padişahın sadrazamı akıl ve bilgidir. Aceleci olma, yani her işin zamanını bulmadıkça acele etme, ama zamanını bulunca sabretme.
**********
EVLİYA ÇELEBİ (1611 – 1682)
Evliya Çelebi 1611 yılında İstanbul Unkapanı’nda doğmuştur. Evliya Çelebi’nin ailesi Kütahya’dan gelip İstanbul’un Unkapanı yöresine yerleşmiştir. Babası Derviş Mehmed Zillî, sarayda kuyumcubaşı olarak görev yapmıştır, ilköğrenimini özel olarak gördükten sonra bir süre medresede okumuş, babasından tezhip, hat ve nakış öğrenen Evliya Çelebi, musiki ile ilgilenmiş, Kuran’ı ezberleyerek “hafız” olmuştur. Enderuna alınmış, dayısı Melek Ahmed Paşa’nın aracılığıyla Sultan IV. Murad’ın hizmetine girmiştir.
Evliya Çelebi Seyahatname’nin girişinde seyahate duyduğu ilgiyi anlatırken bir gece rüyasında Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammedi gördüğünü, ondan “şefaat ya Resulallah” diyerek şefaat isteyecek yerde, şaşırıp “seyahat ya Resulallah” dediğini, bunun üzerine Peygamber Efendimizin ona gönlünün uyarınca gezme, uzak ülkeleri görme imkanı verdiğini yazar.
Edebiyatımızda gezi türünün ilk örneklerini veren yazar, usta bir gözlemcidir. Elli yıllık bir süre içinde gezdiği yerleri konuşma diline yakın bir dille anlatmıştır. Anlatımında abartılı olmakla birlikte, Divan nesrinin kalıplarını da kırmıştır. 10 ciltlik “Seyahatnâme” adlı eseri çok tanınmıştır.
Üslup bakımından ele alındığında, Evliya Çelebi’nin, o dönemdeki Osmanlı toplumunda, özellikle Divan edebiyatında yaygın olan düzyazıya bağlı kalmadığı görülür. Divan edebiyatında düzyazı ayrı bir marifet ürünü sayılır, ağdalı bir biçimle ortaya konurdu. Evliya Çelebi, bir yazar olarak, bu geleneğe uymadı, daha çok günlük konuşma diline yakın, kolay söylenip yazılan bir dil benimsedi. Bu dil akıcı, sürükleyici, yer yer eğlenceli ve alaycıdır. fa’dır. 14 yaşına kadar özel eğitim gören Kâtip Çelebi, 1623’te Anadolu Muhasebesi Kalemi’ne girmiştir. IV. Murad döneminde (1624 -1640) girişilen Doğu seferlerine kâtib olarak katılmıştır. 1635’te İstanbul’a dönerek kendisini tümüyle okuyup yazmaya vermiştir. Dönemin ünlü bilginlerinin derslerine katılarak medrese öğrenimindeki eksikliklerini gidermiştir. Tarihten tıbba, coğrafyadan astronomiye kadar geniş bir ilgi alanı olan Kâtip Çelebi, aynı zamanda zengin bir kitaplığın da sahibidir. 1645’te sırası geldiği halde yükselemediği için kalemdeki görevinden ayrılmıştır. 1648’de Takvimü’t- Tevarih adlı eseri dolayısıyla şeyhülislam Abdürrahim Efendi aracılığıyla kalemde ikinci halifeliğe getirilmiştir. Bundan sonra da öğrenme ve öğretme yolundaki çabalarını sürdüren Kâtip Çelebi, peş peşe eserler vermeye başlamıştır. Telif ve çeviri olarak yirmiyi aşkın kitap yazmıştır. En önemlileri tarih, coğrafya ve bibliyografya alanındadır.
Tarih alanındaki eserlerinin ilki, 1642’de tamamladığı Arapça Fezleke’dir. (Fezleketi Akvâlü’l-Ahyârfi İlmi’t-Ta- rih ve’l-Ahbar). Dört bölümden oluşan kitapta tarihin anlamı, konusu ve yararı anlatıldıktan sonra bu alandaki temel kitapların bir bibliyografyası verilmiş, ardından da klasik İslam tarihçiliğine uygun olarak dünyanın yaratılışından 1639’a dek kurulan devletler ve meydana gelen önemli olaylar kısaca sıralanmıştır. Arapça Fezleke’nin devamı niteliğindeki Türkçe Fezleke 1591- 1654 arasındaki olayları anlatan bir Osmanlı tarihidir. Olayların kronolojik sıralamasının ardından her yılın sonunda o yıl içerisinde ölen devlet adamları ve bilginlerin yaşam öykülerinden ve eserlerinden de kısaca söz eder. Takvimü’t-Tevarih ise, Âdem Peygamber’den 1648’e kadar geçen tarihsel olayların bir kronolojisidir.
En tanınmış eserlerinden olanTuhfetü’l-Kibar fi Esfari’l- Bihar’da kuruluş döneminden 1656’ya kadar Osmanlı denizciliğinin bir tarihçesi yanında Osmanlı donanmasının, tersane ve bahriye örgütünün işleyişini anlatır, kaptan-ı deryaların yaşam öykülerini verir. Sonunda da son zamanlarda denizlerde uğranılan başarısızlıkları giderme yolundaki öğütlerini sıralar.
Coğrafi kitapların en önemlisi olan Cihannüma OsmanlI coğrafyacılığında yeni bir çığır açmıştır.
Kâtib Çelebi’nin Batı’da tanınan en ünlü eseri Keşfü’z-Zünun’dur. Arapça bir bibliyografya sözlüğü olan kitapta 14.500 kitap ve risalenin adı ve yazarı verilir. Bilim tasnifine göre ve alfabetik olarak düzenlenmiş olan kitap, yirmi yılda tamamlanmıştır.
Son kitabı olan Mizanü’l-Plakk fi İhtiyari’l-Ahak’ta da dönemin din bilgilerinin tartıştıkları çeşitli konular hakkında düşüncelerini açıklar. Karşıt düşüncelere hoşgörüyle bakılmasını öğütler.
**********
SEYDİ ALİ REİS (? -1662)
18. yüzyıl denizcisi, şair, bilgin ve seyahatname yazarıdır. Kanuni Sultan Süleyman devrinin en tanınmış denizcilerinden olan Şeydi Ali Reis, birçok deniz seferlerine, Kıbrıs’ın fethine katılmıştır. Barbaros Hayreddin Paşa’nın yanında çalışmıştır. Donanmanın başına getirilmiştir. Hind denizinde Portekiziere yenilince karaya çıkmış ve kara yolundan yurda dönmüştür. Edirne’de Kanuni’ye Mir’at- ül-Memalik isimli eserini sunmuştur. Basra’dan yurda dönüşünü hikaye eden Mir’at-ül-Memalik’i ile gezi edebiyatımızın ilk eserlerinden birini vermiştir.
Muhit isimli eserinde ise deniz astronomisine, fizikî ve topoğrafik coğrafyaya ait geniş bilgisini ortaya koymuştur.
**********
YİRMİSEKİZ ÇELEBİ MEHMET (? – 1732)
18. yüzyılda yaşamıştır. Sefaretname adlı eserin yazarıdır. Edirne yakınlarında doğan, gençliğinde girdiği yeniçeri ocağında yirmi sekizinci ortada çalıştığı için Yirmisekiz Çelebi diye tanınan yazar, askerlikten sonra çeşitli memurlukta bulundu. III. Ahmed zamanında Lale Devrinde elçilikle Paris’e giderken Fransa ile Osmanlı arasındaki dostluğu kuvvetlendirmek görevinin yanı sıra Fransız medeniyetini öğrenmek ve bizde uygulanabilecekleri yazmakla da görevlendirildi. Fransa’da gördüklerini Sefaret-namesine yazdı. Sefaretname, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinden sonra Avrupa’yı tanıtan eserlerdendir. Paris’i canlı bir dille anlatır.
**********
NÂİMÂ (1652 – 1715)
Nâimâ, ilk resmî vak’anüvis ve Osmanlı tarihçileri arasında en ünlü kişidir. 1652 yılında Halep’te doğmuştur. Babası, Halep eşrafındandır. ilköğrenimini orada tamamlayan Nâimâ, genç yaşta İstanbul’a gelmiş, yüksek öğrenim görmüş ve Dîvan Kalemi’nde memur olarak hayata atılmıştır. Sonra hayatı birçok memurluklarda geçmiştir. Dîvan Mektupçuluğu, Başmuhasebecilik yapmıştır. Nâimâ memurluk hayatında bazen yükselip bolluğa kavuşmuş, bazen atılıp sıkıntı çekmiştir. Bir aralık Alanya ve Bursa’ya da sürülmüştür. Çorlulu Ali Paşa onu Mora seferine beraberinde götürmüştür. Nâimâ, 1715 yılında Patras’ta muhasebeci iken 63 yaşında ölmüş ve bu kasabada bulunan bir caminin bahçesine gömülmüştür.
Osmanlı Tarihi’nde resmî olarak ilk vak’anüvis olan Mustafa Naimâ Efendi, uzun araştırmalar sonucunda NaimâTarihi adlı eserini yazmıştır. Nâimâ Tarihi’ne konu olan yıllar, Osmanlı imparatorluğu’nun en düşkün zamanlarına rastlar. Nâimâ, canlı ve zarif uslubuyla o yılları önümüze sererken, sadece tarihçiliğindeki ustalığı değil, yazarlığındaki kudreti de ortaya koymuştur. Nâimâ Tarihi, Osmanlı tarihleri içinde önde gelen tarih kitaplarından biridir.
**********
AHMET CEVDET PAŞA (1822 -1895)
1822 – 1895 yılları arasında yaşamıştır, ilköğrenimini Lofça’da yapmış, 1839’da İstanbul’a gelerek Fatih’teki Papasoğlu Medresesi’ne girmiştir. Burada öğrenimini sürdürürken bir yandan da tarih, coğrafya, astronomi, matematik gibi alanlarda özel ders almış, Fransızca öğrenmiştir. Medreseyi 1844’te bitirdikten sonra Pre- medi (bugün Arnavutluk’ta) kazası kadılığına atanmıştır. 1845’te İstanbul’da müderris olmuş, 1846’da Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’nın yanında görevlendirilmiştir. Bu tarihten paşanın öldüğü 1858’e kadar hukuksal konularda danışmanlık yapmıştır. 1849’da, olağanüstü görevle Bükreş’te bulunan Fuad Efendi’nin (Paşa) yanına gönderilmiştir. 1850’de Meclis-i Maarif üyeliğiyle birlikte Darülmuallimin müdürlüğüne atanmış, 1851’de yeni kurulan Encümen-i Daniş üyeliğine getirilmiştir. Bu kurul tarafından Osmanlı Deveti’nin 1774’ten sonraki tarihini yazmakla görevlendirilmiştir.
Fransızca, Farsça öğrenmiş, bunun yanı sıra matematik, felsefe, kozmoğrafya ve tabii ilimler üzerinde de çalışmış olan Ahmet Cevdet Paşa, dönemin ünlü bir hukukçusudur. Kadılık, Divan-ı Ahkam-ı Adliye Reisliği yapmıştır. 12 ciltlik bir Osmanlı Tarihi yazmış, Mecelle’nin hazırlanmasında önemli rol oynamıştır. ‘‘Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye isimli hukuk metnini oluşturanların başında gelmiştir, ilk adalet bakanı olmuştur. Beş kez adalet bakanlığı, üç kez eğitim, iki kez evkaf, bir kez dahiliye, ticaret ve ziraat bakanlıklarında bulunmuştur. Cevdet Tarihi ve Kısas-ı Enbiya en önemli eserlerindendir.