Hazreti Ali ile Salman Masalı
Hazreti Ali ile Salman Masalı
Günlerden bir gün, Emir el mü’minin’in28 dişi ağrıdı. Ne kadar dişine deva ettiyse de, sağalmadı. Dedi:
“Ey Salman,29 git bana bir kişi bul getir! Bana öyle bir hikâye anlatsın ki, ben işitmemiş olayım.” Salman o gün ta akşama dek gezdi gezdi, kendisinden çok bilen hiç kimseyi göremedi. Yeniden döndü geldi, dedi:
“Ya Ali, ben kendimden çok bilen birisini göremedim.”
Sabah, Salman yine yerinden kalktı. Pazarı gezdi; o yandan bir ihtiyara geldiğini gördü. İhtiyar sordu:
“Sen iki gündür ne diye dolanıyorsun, sen kimsin?” Dedi:
“Ben Salman’ım. Ali’nin dişi ağrıyor. Bana, ‘git!’ dedi, ‘benim bilmediğim bir hikâyeyi anlatan birini bul getir!” Bunun üzerine bu ihtiyar dedi: “Ben bir hikâye biliyorum, gidelim. Ali onu bilmez.” İhtiyarı aldı, Ali’nin yanma getirdi, İhtiyar, ‘ya Ali’ diye selâm verdi. Selâmdan sonra oturdu. Ali dedi:
“Ey ihtiyar, bana öyle bir hikâye anlat, ki ben hiç işitmemiş olayım.” İhtiyar dedi:
“Ya Ali! Ben pehlivan bir kişiydim. Şöhretim bütün dünyaya yayılmıştı. Bir gün bir yerden geçtim, baktım, bir adamın çölde bir köşkü var. Onun, önünde de öyle bir çeşme var ki, akim gider. Bu çeşmeden gidip su içmek istedim. Bir hizmetkâr geldi, bana dedi, ‘git buradan! Sen bu çeşmeden su içemezsin.’ Ben buna kulak asmadım, çünkü kibirliydim. Bu gitti, onun ağası geldi, bana gözdağı verdi, dedi:
“Git burdan!” Ben gitmedim. Benim kemerimden tuttu, yere fırlattı. Yere atınca, ben aşağıdan dedim ki:
“Baba! Kulun olayım, beni öldürme! Her ne desen, gözüm üstüne!” Bu sözümü duyunca göğsümün üstünden kalktı. Elinden öptüm ve ona kul oldum. Bu dedi:
“Ey kul! Mâdemki sen bana kul oldun, -benim bir amcakızım vardı: devler kaçırdı. Ben amcakızımı alıp getirmek için devlerle savaşmağa gideceğim.” Ben dedim:
“Baba! Sen Kaf Dağı’na gitsen, seninle gelirim; ölürsem de, seninle öleyim. İkimiz birlikte ölürüz.” Kalktık, -ben kulumla, o da kuluyla atımıza bindik, yavaş yavaş gittik, ta ki amcakızının mekânına vardık. Ben kulum ve onun kuluyla dağın başında durdum. Beni yere yıkan pehlivan tek başına atına bindi, kılıcını beline bağladı, gitti, gitti, sonra, kapıştılar, yaka paça oldular: Yaşlı bir kadının iki oğlunu öldürdü. Yavaş yavaş bunu zora getirdiler, yakaladılar, padişahın sarayına götürdüler, onu öldürmek istediler. Ben de bu taraftan, yaşlı bir kadın elbisesi giyindim, kadın elbisesiyle padişahın sarayına gittim, dedim:
“Âlemlerin kıblesi, selâmet olsun! Sen bu şahsı bana ver. O benim iki oğlumu öldürdü. Ben götüreyim, onu öldüreyim, acısını unutayım.”
Onu köşkten çıkardım, sırtladım, saraydan dışarı çıkarınca, yere bıraktım, dedim:
“Ey dost! Ekber pehlivan! -onun adı Ekber Pehlivan idi- Ben filân kimsenin kuluyum. Gel, çıkıp gidelim!” Ekber Pehlivan beni yola saldı, yanına bir kılıç aldı, kızın yanma gitti; kızı devin hâkimiyetinden kurtardı.
Bu taraftan çıktılar, askere saldırdılar. Kız bu taraftan kırdı, oğlan bu taraftan kırdı. Her ikisi, hiç asker kalmayana dek, birer birer kırdılar; geriye amcaoğlu ve amcakızı kaldı. Bunlar o kadar savaşmışlardı ki, birbirlerini tanımayacak kadar baştan aşağa kan içindeydiler. Birbirlerini tanımadıklarından, bu yandan oğlan kılıcı çekti, vurdu, kızı iki parçaya böldü. Bu da, gelenin düşman olduğunu sanar; kılıcını çekince, vurdu onu ikiye böldü. Kız dedi:
“Amcaoğlu, ben sana kavuşamadım!” O zaman kız öldü. Oğlan da onun amcakızı olduğunu anladı. O da orada vurdu, kendini öldürdü.
Gece oldu. Ben dağdan dönüp gelince, bunların ikisinin mezarını bir yere gömdüm.
Muratlı muradına erdi! Ben de sizin hizmetinize erdim!