Kitap Cevapları TIKLA
Soru Sor TIKLA
Şiir

Kaldırımlar Şiirinin Hikayesi

Şimdiki yazımızda “Necip Fazıl Kısakürek Kaldırımlar Şiirinin Hikayesi” incelemeye çalışacağız.

Kaldırımlar Şiirinin Hikayesi

Kaldırımlar, Necip Fazıl Kısakürek’in 1928’de yayımlanan kitabının ve bu kitapta yer alan en bilinen şiirinin adıdır. Bu yazıda, bu şiirin nasıl doğduğu ve nasıl şekillendiği anlatılacaktır.

1924’te Darülfünun’da Felsefe Bölümü’nde öğrenciyken hükümet tarafından Avrupa’ya tahsile gönderilen ilk öğrenci grubundadır Necip Fazıl. Eğitimine Paris’te, Sorbon Üniversitesi’nde devam eder. Sorbon’daki ilk günlerinde Türklerin sık uğradığı bir kahvehaneye götürürler onu. Babıali adlı otobiyografisinde Kaldırımları basımından üç yıl önce duyumsamaya başladığını anlatan Necip Fazıl’ın, yıllardır Paris’te yaşayıp da Fransızca öğrenmeyen ve poker oynamaktan başka bir şey yapmayan vatandaşlarının ona düşündürdükleri de Kaldırımlar’dan bir dizedir sanki:

“Korkunç! Başları üzerinde en renkli ve mânalı Batı şehirlerinden birinin kapkara çatıları ve esrarlı bacaları yükselirken, bunlar, her meseleye uzak, bu kahvehanede sıkışıp kalmışlar.”
Ne yazık ki kısa bir süre sonra kendisi de kumara alışarak aynı duruma düşecek ve etkilendiği esrarlı bacaları Kaldırımlar’a taşıyacaktır:

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık,
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

Kendi kendine acımak için kumar oynamaya devam ettiğiniz söyleyen Necip Fazıl, 1924-25 yılları boyunca öğrenimini sürdürmesi gereken Sorbon Üniversitesi’ne neredeyse hiç uğramamıştır. Bir gün Berlin’den gelen öğrenci müfettişi, tahsisatının kesildiğini bildirerek son aylığını ve dönüş parasını kendisine verir. Bu yüklü tutarı tek elde kaybeder o gece. Otele dönüşünü anlatışında da Kaldırımlar’ın ilk imajları vardır:

“Pırıl pırıl cadde, Paris kaynıyor… 0, Genç Şair, şehrin kapkara çatıları, esrarlı bacaları ve her ân göz kırpan ışıkları ortasında, kaybolmuş bir çocuk gibi kimsesiz ve on parasız… Ve ‘Işık Beldesi’ diye anılan Paris’te, hiçbir yerden hiçbir ümit kıvılcımı göstermez bir karanlıkta…
Gözleri kaldırımlarda, ‘Kaldırımlar’ şiirini içinde biriktire biriktire saatlerce, yayan, oteline gitti.”

Kaldırımlar’la kumar arasındaki ilişkiyi biraz daha iyi görebilmek için yine kendi yazdıklarına dönelim. Burhan Ümit onu kumardan vazgeçirmeye çalışmaktadır:
– Bırak şu kumarı, kuzum; derslerine sarıl!.. Yeni ihtiraslar ara kendine! Seninle, tiyatro, sanat sergileri, müze, konferans, konser, kütüphane, bohem kahveleri, dansig, kabare, bütün Paris’i delik deşik eder.. Ama şu öldürücü illeti silk, at üzerinden!.. Kendine acımıyor musun?
– Kendime acımak için öyle yapıyorum!
– Öyleyse?..
– Eğer benim o dipsiz uçuruma düşmemdeki sırrı bilseydin yakamı bırakırdın!
– Neymiş o sır!..
Söylemedi. Sırrını dile getirmekten kaçındı. Bunu sırrına bir nevi ihanet saydı.”
Ve yine kendi kaleminden:
“Arkadaşları, karınca kararınca, boşluklarını ve tesellilerini içki ve kadında ararken, o bunlardan hiçbirinde ıstırabının melhemini bulamamış ve yürek kızıyla ispati dokuzlusunda karar kılmıştı. Bu işte bir sır vardı ama neydi?”

Ona Kaldırımlar’ı yazdıran bir arayıştır, kıımarı bu arayışta bir araç olarak kullanır. Ama Paris onun için artık bitmiştir, zorunlu olarak yurda döner.

KALDIRIMLAR

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi…

II

Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.

Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur…
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları…

III

Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.

Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,
Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,
Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.

Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.

Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan…

Şiir büyük ilgi görür, hakkında pek çok yazı çıkar. Felsefe profesörü Mustafa Şekip (Tunç), “Yalnız bu büyük şiir bir sanatkara yeter” demektedir. Nurullah Atâ (Ataç) ve Peyami Safa da övgü dolu yazılar yazarlar. Bu övgüleri otobiyografisine almasına rağmen yine de pek memnun görünmez Necip Fazıl; şiirinin yanlış anlaşıldığını düşünür: O yirminci yüzyılın ruhunu, amacını yitirmiş toplumunda bunalımlar yaşayan “mustarip fikir prensinin, çilekeş bir entelektüelin” şiirini yazmıştır. Halbuki bu şiiri okuyanlar, kaldırımlarda geceleyen evsiz barksız birisinin anlatıldığını sanmaktadırlar. Necip Fazıl’ın şiirin yazıldığı dönemdeki yaşam tarzını göz önüne alırsak, arkadaşlarının bu yanılgıya düşmelerini doğal karşılayabiliriz. Şair, belki de amacını daha iyi anlatabilmek için,

Kaldırımlar, derdime kardeş çıkan insandır. mısraını aynı yıl basılan kitabında,
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. şeklinde değiştirmiştir.

Necip Fazıl, büyük bir olasılıkla, Kaldırımlar şiirinin gördüğü büyük ilgi üzerine haziran ve eylül aylarında, Kaldırımlar II ve Kaldırımlar III adlarıyla iki şiir daha yayımlar Hayat dergisinde. Oysa ilk şiirde numara olmaması ve ölüm dileğiyle bitmesi, onun tamamlanmış bir şiir olduğunu düşündürmektedir.

Yakup Kadri o sırada İsviçre’de tedavi görmektedir. Bu nedenle Necip Fazıl’ı göklere çıkaran yazıları “Alp Dağlarından” başlığını taşımaktadır. Aslında tanışıklıkları daha eskiye dayanır: Yeni Mecmua’mn Temmuz 1923 tarihli sayısında Necip Fazıl’ın ilk şiirini yayınlamıştır. Bilindiği gibi, Ziya Gökalp’ın ölümünden sonra bu dergi Yakup Kadri’nin de aralarında olduğu bir ekip tarafından çıkarılıyordu. Belki de bundan dolayı Kaldırımlar kitap halinde yayınlandığında şiir, Yakup Kadri’ye ithaf edilmiştir.

Kitap ve ithaflar

Şiirin yayınlanmasından birkaç ay sonra Necip Fazıl’ın ikinci şiir kitabı olan Kaldırımlar basılır. Yirmi bir şiirin yer aldığı kitabın en ilginç özelliği, bazılarının şairin o dönemdeki dostlarına ithaf edilmiş olmasıdır:

Kaldırımlar, Yakup Kadri’ye (Karaosmanoğlu)
Sayıklama, Mesud Cemil’e
Kadın Bacakları, Mustafa Şekip’e (Tunç)
Dalgalar, Abdülhak Şinasi’ye (Hisar)
Keder, Fikret Adil’e
Gözler, Refik Ahmet’e (Sevengil)
Şehirlerin Dışında, Peyami Safa’ya.

Necip Fazıl otobiyografisinde bu dostların birkaçını buluşturur: “Bâbiâli’den Sirkeci’ye doğru iniyorsunuz. Sol taraftaki işkembeciden birkaç dükkân ileride, o zamanki iştaynburg lokanta ve birahanesi… İçinde, sigara dumanından göz gözü görmüyor. Üstleri mermer iki masayı bitiştirip etrafında halkalanmış Bâbıâli figürleri… Genç Şairin buruşuk bir kağıt üzerinden okuduğu satırları dinliyorlar… Halkada Peyami Safa, Mesut Cemil, Mustafa Şekip Hoca, Fikret Âdil…”

1932’de basılan ve ilk iki kitabındaki şiirleri içeren Ben ve Ötesi’nde bu ithaflar yer almaz. Bazı dostlarıyla arasının sonradan bozulduğunu biliyoruz: Necip Fazıl otobiyografisinde, Peyami Safa’nın, Kaldırımlar’ın kendi romanlarından birinden aktarma olduğunu iddia ettiğini yazar?. Gerçekten Necip Fazıl’ın Kaldırımları ile Peyami Safa’nın Bir Tereddüdün Romanındaki bir bölüm arasındaki benzerlik, Beşir Ayvazoğlu’nun da belirttiği gibis dikkat çekicidir. Bir Tereddüdün Romanı’ndan:

– Beyoğlu kaldırımlarındayım. Ağır ağır yürüyorum. Caddenin çizgileri bir makas ağzı gibi açılarak bana doğru geliyorlar.
– Ne yürüyüş, enfes! Ben, gece yarısı, kaldırımlara bayılırım. Gece yarısı kaldırımların hürriyetine, kimsesizliğine vurgunum. Ben de kimsesiz ve hürüm, ben de kaldırım çocuğuyum.
– Bana yalnız kaldırımları bıraksınlar, yetişir.
– Gece yarısından sonra kaldırımlarda uyumak için kuru bir parça yer arayan etsiz ve tüysüz, kuyrukları bile tüysüz, vücutları uzun ve karınları çukur, sıska ve sessiz, filozof ve mütevekkil, aç ve yorgun köpekleri bilir misiniz? Onları ben pek iyi tanırım, onların hayatı benim hayatımdır ve bu en güzel hayattır, inanınız.
– Gece yarısı kaldırımların üstünde esen hürriyetin rüzgarıdır. Ah, biz o rüzgarı severiz; binbir ihtiyaçla yüzleri yanan kaldırım çocukları, o rüzgarla hırslarımızı soğuturuz.9
İki edibe de haksızlık etmemek için Kaldırımlar şiirinin Peyami Safa’nın kitabından önce yayınlandığını, ama daha önceki dostluk döneminde Necip Fazıl’m kitabın bu bölümünü bir arkadaş toplantısında, mesela Fikret Adil’in evinde dinlemiş olabileceğini belirterek bu bahsi noktalayalım.

Keder şiirini ithaf ettiği Fikret Adil, o dönem en yakın arkadaşlarından biridir Necip Fazıl’m. İlk baskısı 1933’de yapılan Asmalımescit 74’te bohem hayatını anlatırken bohemliğin tanımını yapar ve şairin buna uygun davrandığını yazar:

“Hakiki bohem, her şeyden evvel çalışır ve sanat eseri meydana getirir. Eğer bu eserde devrinin ilerisine geçerse, anlaşılmazsa bu onun kabahati değildir. Ve bohem kazanır, bütün kazancını bir günde bitirir. Onun zaman telâkkisi yoktur. İlcaidir. Necip Fazıl bohemdir.”10
Hele Necip Fazıl’m kumar oynamasıyla ilgili yorumu ilerdeyse şairin kendi yorumuyla örtüşür. Necip Fazıl’ın Kaldırımlar’ı bir kumar gecesinde içinde biriktirmeye başladığını hatırlatarak aktaralım:

“Necip Fazıl oynar. Kazanmak için değil. Tripoya gider ve her zaman kaybeder. O, bunu bilir fakat mazlumun âlime, aldatılanın aldatana tefevvukunu da bilir. Oraya, tripoya, bu hislerin meful olanlarını duyabilmek için gider. Burada onun için asıl heyecan, iptilânın azabı, bütün kaidelerin üzerinden bir dev adımiyle aşmak, bunu alenen yapmak dürüstlüğünün verdiği hız ve hazdır. Bilerek kaybetmenin, isteyerek aldanmanın zevki, kazanmanın hırsiyle oynamanın, başkalarını aldatmak için herkesi aptal zannetmenin aczinden güzel değil midir?”

Bu arkadaş çemberine dahil olan felsefe profesörü Mustafa Şekip (Tunç) onun kumar alışkanlığından kurtulması gerektiği fikrindedir, seçenek de sunmaktadır:

“Kadına dal, diyor; ve istersen gece gündüz içkiye… Fakat şu, her türlü kıymet ve sıhhatin düşmanı kumarı bırak!”
Şairin otobiyografisinde aktardığı bu öneri, sanırım, Kadın Bacakları’nm Mustafa Şekip’e ithaf edilmesinin nedenini açıklamaktadır.
Necip Fazıl’dan ziyade Kaldırımlar’ı inceleyen bu yazıyı, Cahit Sıtkı ve Kaldırımlar’ın şairi arasındaki bir diyalogla bitirelim. Necip Fazıl sonradan adını Çile olarak değiştirdiği Senfoni şiirini yeni yayınlamıştır:
– Nasıl buluyorsun, Cahit, ‘Senfoni’yi?..
– Büyük şiir!.. Ama baş şiiriniz diyemem… Meselâ Kaldırımlar ayarında değil..
– His kumaşı ne kadar nâdide olursa olsun, kolay anlaşılan ve sevilenden nefret ediyorum!”
Saflığın ve sadeliğin huzuru yerine, zoru aramanın çilesini tercih etti Necip Fazıl, varoluşunu ancak acı çekerek hissedebilen bütün insanlar gibi…

Sizler için “Kaldırımlar Şiirinin Hikayesi” konusunu inceledik. Yayınımızı beğendiyseniz sosyal medyada paylaşarak bize destek verebilirsiniz.

2025 Ders Kitabı Cevapları
🙂 BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER, PAYLAŞ!
0
happy
0
clap
0
love
0
confused
0
sad
0
unlike
0
angry

Bir yanıt yazın

**Yorumun incelendikten sonra yayımlanacak!