Tohum Şiirinin Hikayesi
Şimdiki yazımızda “Tohum Şiirinin Hikayesi” incelemeye çalışacağız.
Tohum Şiirinin Hikayesi
Esas itibariyle bir değişimin şiiridir Tohum; hem Melih Cevdet Anday’ın Garip şiir akımının temel zihniyet tarzından kopuşunu, hem de bir adım ileri giderek yeni bir şiir anlayışına zemin hazırlayışını simgeler. Bu açıdan bakıldığında, Anday’ın yaşamında bir kilometre taşıdır Tohum. Kendisiyle yapılan söyleşilerde Garip’ten bu şiirle ayrıldığını ifade etmesi de bunun somut göstergesidir zaten. Orhan Veli ve Oktay Rifat’la birlikte Garip şiirinin kurucusu olan Melih Cevdet’in bu kopuşu, Türk edebiyatı açısından da bir dönüm noktasıdır. Çünkü üçlü, Garip şiiriyle, o zamana kadar pek de şairane olmadığı düşünülen konuları, pek de şairane olmayan sözcüklerle şiire taşımış, kafiyesiz ve ölçüsüz manzumelerle büyük tartışmaların kapısını açmıştır. Bu, bir yandan mizah dergilerinin alaylarına maruz kalmalarına yol açacak, ancak eleştirmen Nurullah Ataç bu şiirleri övüp destekleyecektir. Doğal olarak, Garip şiirinin taklitleri de kısa sürede kaplayacaktır ortalığı. Ne var ki, bunlar başarısız taklitlerdir. Çünkü, Melih Cevdet, Oktay Rifat ve Orhan Veli, geleneksel şiiri çok iyi bilen insanlardı ve onu aşmaya çalışırken bile bu geleneğin üzerinde yükseldiklerini koyuyorlardı ortaya. Oysa taklitçileri, yan yana getirdikleri tuhaf kelimelerin bu akıma uygun şiir olduğu fikrine kapılarak kolayına kaçıyorlardı işin. Ama 40’lı yıllar Garipçilerin değişimine tanık oluyordu.
Tohum, Mehmed Kemal’in 15 Mayıs 1948’de yalnızca bir sayı çıkabilen Meydan dergisinde yayımlanır. O dört sayfalık dergide yer alan şiirlerin arasında Orhan Veli’nin “Yalnızlık” adlı şiiri ve Ahmed Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim’e almadığı “Akşamüstü” de vardı:
Temsil bir akşamüstüdür şarabi
Bahçeler ve bağlar üzre hükümran
Tam dünyayı dolaşmak saatindesin
Ay ışığı su içer birazdan
Kızarmış kalçalarını çanlar
Alabildiğine vurur.
Sen çocuk tulumunda matbaa mürekkebi
Rüsva olmuş ellerinin emeği
Manşetlerde kilometre kilometre yalan
Sallanır durur.
Genellikle sol görüşlü şairlere yer verilmesi derginin ömrünün yalnızca bir sayı olmasının nedeni olabilir; Melih Cevdet’in Akan Zaman Duran Zaman’ından: “Tohum şiiri, nedense polisi kuşkulandırmış, Mehmed Kemal’i çağırıp sorguya çekmişler, yazdı bunu. Belki de ondan dinledim, şiirin o bölümündeki ‘deli fişek’ sözünün altını çizmişler. Yıllar sonra birşiir kitabımdan ötürü, İstanbul’da Ağırceza Mahkemesi’ne çıkarıldığımda, o şiirin tümden ele alındığını gördüm.”
Mehmed Kemal de şöyle anlatır: “Meydan dergisini çıkardığımda, Melih Cevdet’in ünlü Tohum şiiri için sorguya çekilmiştim. Gene bu dergide çıkan bir şiirimde ‘Ah, işgücünü yemişler’ dediğim içinde mahkemeye verilmiştim.”
“Tohum”, 1952’de yayınlanan Telgrafhane’de yer alır. Bu kitapta aşağıdaki şekilde yazılmış:
Dörtnala haberci ilkyazdan
Aşağıdan inceden beyazdan
Dumanı tüten sıcak tohum
Dolan kara toprağı dolan
Ulaş yeryüzüne ak tohum
Hey gücüne kurban olduğum
Dağ taş dinlemezim hey aman
Göster o gül yüzünü göster
Önce yeşil yeşil bak tohum
Sonra sarı sarı gülüver
Donansın donansın daneler
Kız oğlan kız, alaca kına
Tarlalar sebil tek bedava
Ver güzelim ver yiğitim ver
Pir aşkına fakir aşkına
Anladım farkı neden sonra
Tohumdan başka şeymiş bitki
Bu küçük deli fişekteki Ne ki?
Ağaç mı allı pullu
Yoksa ayrık mı, başak mı ki?
Kim bilecek… Kapalı kutu
Ama bulut, yağmur bulutu
Gelir kararır nerdeyse
Tohum altta nefes nefese
Kulağı gök gürültüsünde.
“Ben Garip tarzı biçimden, Orhan Veli’nin ölümünden çok önce ayrıldım: Necati Cumalı yazmıştı: ‘Yörük Mezarlığı’ ve ‘Tohum’ adlı şiirlerimle. Gerçekte Garip şiiri, yıkıcılık, alay, politika, biraz da utangaç bir içtenlik taşıyan bir şiirdir. Bu gibi temalar içinde her şaire alabildiğine özgür bir alan kalır. Dikkatli bir eleştiri, bu alanları bulmaya, ayırmaya bakmalıdır. Dünyadaki bütün sanat akımlarında böyle olmuştur bu: çağ, bölge ve kişilik biçemlerinin sınırları saptanmıştır. Dahası var; Orhan Veli de Garip şiirinden ayrıldı bir süre sonra, ‘İstanbul Türküsü’ buna bir örnek olarak gösterilebilir. Bir şairin ‘örnek’ nitelikleri belirginleşti mi, iyi şair ondan kaçar, çünkü ‘prototype’, yaratıcılığı önler, üreticiliği kışkırtır. Ayrıca, bilim gibi sanat da sürekli bir araştırma işidir. Özellikle çağımızda.”
Gerçekten de Tohum ve İstanbul Türküsü, Garip şiirinin bittiğinin habercisidir. Oktay Rifat’ın Perçemli SokakTnı da göz önüne alırsak, Garipçilerin üçünün de Orhan Veli’nin ölümünden önce, istedikleri devinimi sağladıktan sonra, başka arayışlara yöneldiklerini söyleyebiliriz. Melih Cevdet için bu arayışın ilk ürünüdür Tohum. Yine Akan Zaman Duran Zaman’dan:
“Ama sonraları, alışılagelmiş şiir düzencelerinden bir korkum kalmadığını anladığımdan mıdır, bilmiyorum, yoksa onları yenmek, buyruğuma almak, kendime sıkı sınırlar koyarak da şiirin sözünü bulma inadımdan mıdır, ‘Tohum’ şiirini yazdım. Belki de eski bir özlemimdi bu. Şiir sanatı, tarihin deneyimleri içinde öylesine bir çeşitlilik kazanmıştır ki, bunları değer sıralamasına dizmek yanlış olur.”4
Melih Cevdet, Meydan’da yayımlanmadan önce “Tohum”u kimseye okumaz. Sonrasındaysa farklı tepkiler alır; bazı yakın arkadaşları Garip akımı anlayışından uzaklaşmaması gerektiğini söylerler ona. Bu sözler Melih Cevdet’i çok duygulandırır, Garip akımının ve kendilerinin tarihe mal olduğunu hisseder. Garip şiirinin destekleyicilerinden olan Sabahattin Eyuboğlu’nun yaklaşımı daha farklıdır.
Yeni Ufuklar’da 1953-1954’te “Şiirin Yapısı” başlığıyla çıkan yazı dizisinde, yeni şiiri yalnız düzensizlik olarak “Bir eski Yunan yapısı kadar pürüzsüz, aydın ve oturaklı olan bu şiirde Melih Cevdet Anday eski şiir düzenini kendi içinde yaşıyor; Vezin ve kafiye, binicisini bulmuş at gibi bütün hızını buluyor. Şair atın dilediği yere değil, at şairin dilediği yere gidiyor: Bir rahvan bir ağır aksak, bir dört nala. Seviyor, ama şımartmıyor atı, bir başkasına binebilirim diyor sanki. Tam yerinde zenginleşen vezin ve kafiye, şiirin yapısında çizmeden yukarı çıkmıyorlar. Her şey tadında, yerli yerinde. Hele Türkçe deyimler ve deyişler, içlerinde birikmiş şiiri birden açıvermenin sevinci içinde. Her birinin ne kadar ustaca değerlendirildiğini, nasıl yeni anlamlar yüklenip zamanımızın en ileri düşüncesine mal olduğu ayrıca İncelenmeğe değer. Hemen her mısra bir ayrı, bir başka türlü tatlı, bir yeni ışıkla pırıltılı, durulmuş, tazelenmiş, yerinde yiğitleşip yerinde gülümseyen bir halk deyimidir. Ama ben şimdilik daha çok bu şiirin kuruluşu üzerinde durmak istiyorum.
Bu şiir yağmuru bekleyen bir tohumun hikâyesidir. Tohumun tuttuğunu müjdeleyen ilk dörtlükten sonra şiir tohumun içindeki imkânlarla gelişip tabiatı aşmadan saran, gökleşen bir doğuş gürültüsüyle bitiyor. Bu arada tohum mısradan mısraya zenginleşerek bütün yaratılışın, adı bile edilmeyen baharın sembolü oluyor. Dikkatle okursanız, her söz tohumun yaşamından bir ayrı haber getiriyor ve şiir tohum motifinin tekrarlanmasıyla değil, aşağıdan, inceden, beyazdan başlayıp gökteki buluta doğru gelişmesiyle kurtuluyor. Tabiatla şiir birlikte gelişiyor.
Şiir iyi kurulduğu, iyi geliştiği ve bir ustanın elinde yoğrulduğu için tohumun hikâyesi, her şeyin, dünyanın, insanlığın hikâyesi oluyor. İşte burada şiirin sırlarından birine dokunur gibi olduğumuzu sanıyorum: Şiirde yapı sağlam oldu mu, konusu ne olursa olsun, birden, bir mısra, dört mısra, yüz mısra da olsa, bütün varlığın, HER ŞEYİN özü oluveriyor.”
Sizler için “Tohum Şiirinin Hikayesi” konusunu inceledik. Yayınımızı beğendiyseniz sosyal medyada paylaşarak bize destek verebilirsiniz.