Kitap Cevapları TIKLA
Soru Sor TIKLA
Yeni Türk Edebiyatı

Gotik Edebiyat Nedir

Gotik Edebiyat Nedir

Gotik Edebiyat Hakkında Bilgi

Gotik Edebiyatın Özellikleri

Gotik Edebiyatı Açıklayınız

Batının sosyo-politik ve tarihsel şartlan içinde gelişen gotik, ‘Gotlar’a dair gibi bir anlama geliyorsa da “gotik edebiyatın, beşinci yüzyılda Avrupa’da önüne geçilmez bir istila dalgası başlatarak Roma împaratorluğu’nun çöküşünü hızlan­dıran ‘barbar’ bir kavim olan Gotlar’la” (Özkaracalar, 2005: 8) ilgisi yoktur. Bir sanat terimi olarak ‘gotik’, 12. ile 16. yüzyıllar arasında Avrupa mimarisinin bir tarz ve üslûbunu tanımlamak için ilk kez Rönesans’ta kullanılmıştır. Korku ve dehşet endüstrisi ve edebiyatı üzerine oldukça geniş ve yetkin çalışmalar yap­mış olan Giovanni Scognamillo, mimarîden resme geçen gotiğin oradan da gotik mimarisi tutkunu yazarlarla (Walter, Backford, Scott gibi) edebiyata geçip iyice yerleştiğini ifade eder. (Scognamillo, 1994:24) Gotiğin mimarî bir tarzdan edebî bir türe evrilmesi ve yaygınlaşması ise 18. yüzyıla rastlar. Bu rastlantının tesadüfi olmadığını belirten Çiğdem Pala Mull, gotiğin edebiyatta canlanışının sosyal, po­litik ve tarihsel sebeplerini şöyle açıklar:

Gotiğin edebiyattaki canlanışı, Aydınlanmanın akla yaptığı vurguya bir kar­şı çıkış olarak değerlendirilebilir. Tekinsiz olan; burjuva devrimi, Aydınlanma, bilimsel rasyonaliteye karşı bir tepki olarak ortaya çıkar. Vampirler, ölümsüzler, canavarlar, hayaletlerin yaşadığı dünya, Akıl Çağının, yasalar, kurallar ile açıkla­dığı bir dünyaya, rasyonel düşünceye ve duygulan reddetmeye yönelik inanışlara karşı estetik ve düşünsel bir başkaldırısıdır. Kilisenin öğretilerinin ve batıl inançların yarattığı dogmalara karşı aklın güvenirliğini savunan Aydınlanma düşün­cesinin tersine, gotik romanların yarattığı dünyada duyular güvenilmezdir, akıl olayları kavramakta ve anlamakta yetersiz kalır ve doğaüstü güçler korkusuzca hüküm sürer. (Mull, 2008:10)

18. yüzyıl İngiltere’sinde patlak veren ve akım haline gelip yükselen bir ede­bî eğilimin karşılığı olan gotik, “bir tepki, bir çeşit karşı koymadır. Bazen de soy­lu bir sıkıntının ve bir bunalımın ifadesidir.” (Scognamillo, 1996:48) Bu tepkinin dünyaya ve bu dünyanın oluşturduğu ruhsal ve düşünsel baskıya karşı olduğunun altını çizen Scognamillo’ya göre gotik edebiyat türü, aydınlanma çağının, sınıfsal bir boşalma olduğu gibi kurgunun, düş gücünün, bastırılmış duyguların ve arzula­rın sığmağı ve ürünlerinden biridir. Onun tespitleri içinde dikkate değer hususlar­dan biri de korkunun gotik akımdan çok daha önce destanlarda yer aldığı, gerek gotik edebiyatın gerekse fantastik edebiyatın kaynak ve çıkışlarının destanlarda bulunabileceğidir. (Scognamillo, 1996: 48) Çağdan çağa Batı’nın, Doğu’nun ve Uzak Doğu’nun yazılı kaynaklarında, halk tipi anlatılarında, giderek edebî ya­pıtlarında korku hiç eksik olmayan, ağırlığını koruyan bir olgudur; yazarın da, okurun da hayal gücünü ve kişisel veya ırksal-toplumsal karabasanlarını yüzeye çıkartır, çıkmalarına destek olur. Scognamillo, bilinenin aksine korku edebiyatı­nın İngiltere’de ortaya çıkmadığını ortaya koymakla birlikte, en büyük ve en et­kin katkıyı Gotik adım alacak olan akımdan yüzyıllar önce İngiltere’den aldığını söyler. Kendi korkularını içeren her ulusal destan gibi, yaklaşık olarak bin yıllık bir geçmişe sahip Beowulf Destanı da İngiliz edebiyatında ilk kez bir dehşetler panoraması çizer. (Aktaran: Balık, 2014: 167)

Gotik eserlerin kurgusal yapısında neredeyse değişmez bir anlatım açısı, anlatıcı tutumu ve zaman akışı vardır. Evvela çizgisel ilerlemeyen bir anlatım tarzı göze çarpar. “Zamandizinsel bir anlatım yerine zamanda sıçramalar, ileriye ve geriye dönük atlamalar vardır. Romanlardaki eş zamanlı anlatılar, birbirinin içine geçmiş anlatılar, ana anlatıdan uzaklaşıp, hatta tamamen unutup tekrar geri dönüşler karmaşık bir yapının oluşmasına neden olur.” (Mull, 2008: 39) Gotik eserlerde daima kurgusallık ve yapaylığın öncelendiği görülürken, geçekliğin ol­duğu gibi aktarılması söz konusu edilmez. Sıklıkla kullanılan kahraman-anlatıcı, okuyucuyla özdeş bir algı ve yanılgı oluşturma işlevi görür. Bu sayede okur­da inandırıcılığını güçlendirir ve kendi kaygılan ile karşı karşıya kaldığı dehşet manzaralarının okur tarafından da duyumsanmasını sağlamayı amaçlar. Moretti, anlatı kişisinin karşı karşıya kaldığı dehşet durumlarını psikanalitik referanslar­dan hareketle değerlendirirken; “korku edebiyatı, kahramanların -Freud’un da söylediği gibi- huzursuzluğun kaynağının kendi içlerinde fark etmenin eşiğine geldikleri pasajlarla doludur. Korktukları canavarların bizzat kendileri olduğunu anlamalarına ramak kalır. Önce delirmekten korkarlar doğal olarak.” (Moretti, 2005:28)

Gotik romanlarda genellikle kullanılan izlekler belli başlı olaylar etrafında şekillenir. Eserler, “yargı, adalet, hak konularıyla, bu alanlardaki ihlaller açısın­dan yalandan ilgilidir; gasp etme, öç alma, zimmete para ya da mülk geçirme gotiğin konulan arasındadır. Genellikle gotik anlatı geçmişte yapılmış bir hak­sızlık üzerine yapılanır ve bu haksızlığın sonuçlan karakterleri zor durumda bı­rakır. […] Gotik anlatılarda bir başka unsur da anlatının karşıtlıklar çerçevesinde yapılanmasıdır. […] Alçak vadiler güzelliği simgelerken, yüksek dağlar yüce­liği ve onunla ilgili olarak korku ve dehşeti çağnştırır. Gotiğin izlekleri arasın­da sürekli tekrarlanan kaçma, kovalama, hapsolma, yalıtılmışlık konulan da yer alır.” (Mull, 2008: 52-53) Bu tür romanlarda rastlanan önemli bir konu da bir ailenin geçmişteki bir hatalan yüzünden “lanet”in genç nesiller üzerinde ortaya çıkması ve yerleşik yapıyı alt üst etmesidir. “Geleceğe dair kötü hisler, lanetler, gizli bölmeler ve orada bulunmuş el yazmaları, büyüler, gizemli tablolar, peçe­ler, yeraltı, şeytanın ruhları ele geçirmesi, mezarlar, ölülerin canlanması ruhların dolaşması, iskeletler, ikizler, kapalı kalma, gotik şatolar, görüntüler, komplolar, ölmeden gömülme, vampirler, ölümsüzlük, canlanan nesneler vs. gibi unsurlar, yazarların gotik korkuyu yaratmak için kullandıkları unsurlardır.” (Mull, 2008: 54)

Gotiğin bir edebî tür olarak ortaya çıkışım en belirgin hatlarıyla gösteren ve macerasını başlatan romanın “bir başbakan oğlu olan Sir Horace Walepole’un Otranto Şatosu” (The Castle Of Otranto, 1764) olduğu konusunda mutabakat vardır. (Balık, 2014: 169) Fakat gotik romanlardaki asıl patlamaların 1780’lerin ortalarında yaşanacağı ve yüzyılın sonuna dek artarak devam edeceğini ifade eden Kaya Özkaracalar, bu eğilimin kültürel sebeplerinin yanı sıra ekonomik bir bağlam içinde görülmesi gerektiğine de dikkat çeker. 1740-1760 arasında ticarî açıdan başarılı olan çok sayıda roman basılmışken, 1770’lerde yükseliş, yerini inişe bırakır. Clery’e göre, bunda Amerika’nın sömürgelerindeki savaşın ekono­miye etkileri gibi dışsal nedenlerin payı olsa da, romancıların, romanların içeriği­ne ilişkin olarak kendi kendilerine koydukları katı sınırlamaların yeni ve orijinal fikirlerin ortaya çıkmasını zorlaştırdığım ve bu sınırlar içinde yeni konuların tü­kendiğini savunur. (Özkaracalar, 2005: 16-17) Batıda özellikle Fransız Devri­mi’nden sonra yaşanan ve kitlesel tepkilere yol açmış olan birtakım olaylar, dö­nemin gotik tarzdaki romanlarına ilham kaynağı olmuştur. Sözgelimi, İtalya’da Cagliostro isminde nüfuz sahibi bir şarlatanın engizisyonla ortadan kaldırılması tüm Avrupa’da gündemi uzun süre meşgul etmiştir. Dönemin Walepole’dan sonra gotik yazının önemli isimlerinden “Ann Radcliffe gibi popüler yazarları, gizli komplolar veya gizli mahkemeler motiflerini kısa sürede eserlerine monte eder­ler. Radcliffe’in Theİtalian (1797) adlı gotik romanı, Cagliostro davasından esin­lenen bir Alman romanının etkilerini bir hayli taşıyan bir eserdir, keza Matthew Lewis’in The Monk’undaki (1796) mahkeme motifi de bu eserlerdeki mahkeme motifinin bir tezahürü olarak görülebilir.” (Özkaracalar, 2005: 18-19)

Batıda gotik edebiyatın önemli isimlerinden biri olarak yukarıda zikredilen Ann Radcliffe’in türün önde gelen romanlarından biri olan Udolpho ’nun Esrar­ları (1764)’nın yazan olduğunu bu noktada kaydetmek gerekir. Yarattığı kahra­manlarla şöhret kazanan diğer bir “dehşet sever kadın yazar ise Mary Godwin. Yani daha sonraki soyadıyla Mary Shelly(dir)” ki türün en çok bilinen eserlerin­den Frankensieirim (1818) (eser aynı zamanda bilim-kurgunun da ilk örnekleri arasındadır) yaratıcısıdır. Wılliam Beckford da gotik akıma Doğu’nun gizemli havasını taşıyan yazarlar arasında sayılır. The History Of Calipho Valtek (Halife Valtek’in öyküsü, 1876) adlı yapıt klasik Doğu masallarından esinlenerek yazıl­mıştır. (Polikar, 1999: 10) Gotiğin anavatanı olan İngiltere’den sonra Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde de korku türünün yetkin örnekleri verilmeye başlanır. “Me­tafizik ve korku Alman edebiyatına ilk kez Emst Theodor Amadeus Hoffmann ile yerleşir, örneklerini sıralar. “Altın Saksı” (1814), “Falun Madenleri” (1817), “Otomat” (1814) gibi öykülerde ve Şeytanın İksiri (1815) adlı romanmda Hof­fmann etken olacak olgular getirir.” (Scognamillo, 1996: 50) Avusturya’da ise korku türünün en önemli temsilcisi olarak Gustav Meyrink adı öne çıkar. (Scog­namillo, 1996: 51) Diğer yandan “Avrupa’dan farklı olarak köklü bir tarihi olma­yan, yani Ortaçağ’ı yaşamamış Amerika’da bile ‘Amerikan Gotiği’ denilen bir eserler öbeği ortaya çıkmıştır. Amerikan gotiğinin şüphesiz en önemli ismi Edgar Allan Poe’dur.”(Özkaracalar, 2005: 27) “[S]anatsal yücelikleri, aşırılıkları, tut­kuları, dengesizlikleri ve kişisel dehşetleri ile Gotik akımın sancılı ruhu konumu­nu alan Edgar Allan Poe’nun (1809-1849) […] canlandırdığı ve deştiği korkular salt doğaüstü’den kaynaklanmazlar. Hayaletlerin, karanlık düşlerin kol gezdiği soylu malikâneleri kullanmasına kullanır; […] eski gizemlerden, bilinmeyenler­den yararlanır; lanetli kahramanlarına Byron’dan bir şeyler katar, Byron’un bazı özelliklerini de yakıştırır. Ancak tüm öykülerinin, olağanüstü maceralarının (ve kuşkusuz şiirlerinin) tek anlatıcısı ve kahramanı hep kendisidir.” ((Scognamillo, 1996: 51) “Edgar Alan Poe’da evrensel bir zirveye ulaş”an ((Scognamillo, 1994: 42) korku edebiyatının önde gelen örneklerinden biri “The Fail Of House Of Usher” (Usher Evinin Çöküşü, 1839) ile “The Pit and The Pentulum”da (Kuyu ve Sarkaç, 1842) hâkim tema ölüm ve ölüm korkusunun yarattığı dehşettir. Poe’nun ardından Amerikan gotiğinde Bram Stoker’m Dracula’sı (1897) “güncelliğini ve ilginçliğini, çarpıcılığını pek yitirmemiş olan bir başyapıt” (Scognamillo, 1996: 53) olarak öne çıkar. Bu yazarlarla birlikte Amerika ve Avrupa’da gotik, altın çağım yaşar ve sağlam bir gelenek kurar. Korku türünün bir başka önemli ismi de Amerikalı yazar H.P. Lovecraft’tır. (1890-1937) Ondaki korku anlayışı ise, “içten kaynaklanan ve dıştaki olaylarla karşılaştığında somutlaşan, bedenlenen kozmo­lojik, evrenbilimsel; bazen çok eski ve bilinmeyen bir geçmişten, düşlerden ya da uzaydan gelen bir korkudur.” (Scognamillo, 1996: 56) Korku edebiyatının gü­nümüzde yaşayan ve eserlerinin birçoğu sinemaya da uyarlanan yazan Stephen King’dir (d. 1946). Bir “Dehşet Ustası” (Mater of Horror) olarak anılan King, “1974-1978 yıllan arasında Göz (Carrie), Korku Ağı (Salem’s Lot), Medyum (The Shining), Hayaletin Garip Huyları (Night Shift), Mahşer (The Stand) ve Tepki (Firestrater)” (Scognamillo, 1996: 58) gibi korku türü eserleri kaleme alır.

Türk edebiyatında korku romanı denince akla ilk gelen isim Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır (1864-1944). Onun Mezarından Kalkan Şehit (1928) adlı romanı neticede mezardan kalkan şehit olayına aklî bir açıklama getirse de tekinsiz köşk ve mezarlık tasvirleri ile gotik bir atmosfer yaratabilmiştir. Fakat Türk edebi­yatında korku romanlarının sıralanışına karşı çıkan Emine Tuğcu, Gürpınar’m Gulyabani (1911) ve Cadı (1912) romanlarının daha önce yazıldığını ve Meza­rından Kalkan Şehif ten önce zikredilmesi gerektiğini ifade eder. (Tuğcu, 2007- 2008: 120) Gerçek anlamda korku türü içine alınabilecek ilk roman ise Ali Rıza Seyfi’nin (1879-1958) Drakula İstanbul’da adıyla 1953’te sinemaya da aktarılan ama Bram Stoker’ın Dracula’sının uyarlanmış ve kısaltılmış bir versiyonu sayı­lan Kazıklı Voyvoda (1928)’sıdır. Kaya Özkaracalar’m da tespit ettiği üzere “ilk özgün korku yazan, aralannda en az bir gotik öykü de bulunan ve bir dizi korku öyküsünün yazan Kenan Hulûsi Koray’dır. [1906-1944]”(Özkaracalar, 2005: 63) Gotik edebiyatın öncelediği temalardan biri “ölüm”dür. Koray’m Bahar Hikâye- lerVnde (1939) bulunan “Kavaklıkoz Hanında Bir Vak’a”, “Gece Kuşu”, “Tuhaf Bir Ölüm” ve “Bir Garip Adam” öyküleri farklı kurgulanmış olmakla birlikte hepsi de sonu ölümle biten korku hikâyeleridir. “Ölüm ve ölüm korkusu üze­rinden yaratılan bu etki, sırlı olaylar, tekinsiz mekân tasvirleri ve tuhaf kişilerle kurgulanır ve etki kuvvetlendirilir.” (Yumuşak, 2013: 139)

Türk edebiyatında özgün bir gotik korku romanı olarak Kerime Nadir’in (1917-1984) Dehşet Gecesi (1958) sayılabilir. Özkaracalar’m mükemmel olma­sa da oldukça başanlı bir gotik korku romanı olarak nitelediği romanda Kerime Nadir, “türün can damarlarından birinin mekân betimlemeleri üzerinden yaratılan ayırt edici bir atmosfer duygusu olduğunun besbelli bilincinde olarak iç ve dış mekân betimlemelerine […] diğer romanlarında olmadığı kadar önem vermiştir. (Özkaracalar, 2007-2008: 127) Türk edebiyatından korkuyu kurgunun ana unsu­ru haline getiren yazarlar arasında Vedat Örfi Bengü ve Cemil Cahit’i de zikret­mek gerekir. Türk romanında korkunun izlerini süren Tuğcu, günümüz yazarları arasında ise Erdem Katırcıoğlu, Sadık Yemni, Mehmet Acar, Sinan Tamer, Mus­tafa Altınbay, Doğu Yücel, Levent Aslan, Hakan Bıçakçı, Hikmet Hükümenoğlu, Sezgin Kaymaz gibi isimleri sıralar. (Tuğcu, 2008: 5)

2025 Ders Kitabı Cevapları
🙂 BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER, PAYLAŞ!
0
happy
0
clap
0
love
0
confused
0
sad
0
unlike
0
angry

Bir yanıt yazın

**Yorumun incelendikten sonra yayımlanacak!