

11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Kitabı Cevapları Gizem Yayınları Sayfa 46

“11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Kitabı Cevapları Sayfa 46 Gizem Yayınları” ulaşabilmek ve dersinizi kolayca yapabilmek için aşağıdaki yayınımızı mutlaka inceleyiniz.
11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Kitabı Cevapları Gizem Yayınları Sayfa 46
duymuş bir kimse gibi tanıyordu. Bir gazete resminden, bir kartpostal manzarasından, bir filmdeki görünüşten değil, çocuk yaşlarından birinde içinde çekirdeğini bulup, geçen her yıl da ötesine berisine bir şeyler eklediği bir düşten tanıyordu. İstanbul neler değildi? Bir kez liseyi bitirmek demekti. Ailesinden, çevresinden, onu o güne dek çocuk görmüş bir sürü gözden uzakta kendi kendine kalmak, yetişkin bir insan olduğunu anlamak demekti. Bunların ardından bir büyük kentin kalabalığında yeni arkadaşlıklar, ilgiler, umulmadık maceralar, bir belirsiz zamanda yaşanması kurulmuş aşklar geliyordu. Küçük suların bir ana suya dökülmesi gibi, kendini bildiği yaşından beri düşlerinin, hareketlerinin, niyetlerinin tümü kafasında yaşattığı bir büyük kente dökülmüştü.
Annesini ağlamaklı evde bırakmışlar, babasıyla gün ağarmaya yüztutarken, geceden sabahın erken saatlerinde gelmesini söyledikleri tanıdık bir arabacının arabasıyla istasyona inmişler, trenin kalkış saatinden bir hayli önce biletini almışlar, büfede sahlep simitle kahvaltı etmişlerdi. Babayla oğulun öğütlerle dolu konuşmalarından çok, iki arkadaşın dertleşmesine benzemişti trenin gelmesini beklerken birbirlerine söyledikleri: “Bak oğlum” demişti babası, “Mektubu sık isterim”. Sonra bir an durmuş şöyle bitirmişti sözünün sonunu: “Benim için değil ha. Halden anlarım ben.”
Babasının bu sözünün arkasında Ahmet bu yaşlı adamı ömrü boyunca yerli yersiz sızlanmalarıyla bezdirmiş annesinin yılda ancak birkaç kez yağmur düşen, düşen değil şöyle bir serpeleyen bir tarla kadar kurak, katı yüzünü bulmuştu. Sonra bir tren penceresinden uzanıp unutulmuş bir sepeti babasının elinden alırken fısıldanmış bir söz, liseyi bitirdiğinden beri kesilmeyen bir tartışmayı bağlamak isteyen bir söz: “Bana sorarsan oğlum, Hukuk’a yazıl derim. Ama sen bilirsin gene.”
Bir tren düdüğü, babasının duman arkasında kalmış, gittikçe küçülen yüzü, kısa bir zaman için çocukluğunun daha sonra delikanlılığının bahçeleri, bahçelerin bitimiyle başlayan kıraç bir toprak, kil, kaya, kurumuş dere.
Kadırga’ya inen yokuşun dibinde iki arkadaşıyla birlikte tutacakları pansiyona geçene dek kaldığı otelin odasından, zaman olmuş birkaç gün çıkmamıştı. Kimi gün de saatlerce başıboş yürümüş, sıcak, terli, ortalığı hafiften sis basmış bir günün akşamında yorgun, Köprü’den doğru denizaşırı sırtlarda düşlediği bir masal ülkesine uzun uzun bakmıştı. Ama otel odasında, boyuna yürüyüp durduğu saatlerdeki halinden daha da yorgun, yatağında uzanmış, öyle kalakalsa da, bir bilinmeyen dünyayı tanımak çabasıyla gene de kararsız oradan oraya dolaşsa da değişmeyen bir şey vardı ki, dayanılmaz bir yalnızlık duygusuyla, bir ağlamak isteğiydi o da.
Burada şunu da söylemeli. Bir büyük kentin karşısında yaşanmış karmakarışık duyguların huzursuzluğunu aşan, kafasında karşılığını aradığı, bir bakıma bir gençlik hastalığı sayılabilecek birtakım soruların getirdiği bir başka huzursuzluk, babasının öğüdünü bir yana attırarak, onu felsefe öğrenciliğine götürmüştü. Birtakım fizikötesi sorular ki, dört yıllık öğrenimi boyunca karşılıklarını boş yere aramış, neden sonra bu acayip sıtmadan kurtulmanın yolunu bunları çözmeye çalışmakta değil, olduğu gibi topunu bir kenara atmakta bulmuştu. Bir bakımdan hocanın, insan aklının sınırları konusunu inceleyen bir dersini hiçbir zaman unutmayacak, yaşayışının dönüm noktasının bir anısı gibi saklayacaktı.
Dört yıl küçük bir pansiyon odasında, fakülte koridorlarında, kantinlerde, dersanelerde, sinemalarda, kahvelerde, parklarda, çabalarla, gelecek üstüne kurulmuş düşlerle, arkadaşlıklarla, aşklarla, bir günde uyanıp bir günde tükenmiş heveslerle geçmişti. Derslere girilmiş, derslerden çıkılmış, sönmüş bir sobanın başında sabahlara dek konuşulmuş, sinemalarda gülünmüş, (…), kapı önlerinde beklenmiş, mektup atılmış, mektup alınmıştı. İçi ışıklandırılmış bir maketin uzaktan görünüşü gibi dört yıllık öğrenci yaşayışı ışıl ışıldı.
Hava kararıp da karşıda, Üsküdar’ın, Kuzguncuk’un ışıkları artınca bu benzetmeyi yaptı.
- Cevap: Bu sayfada soru bulunmamaktadır.
11. Sınıf Gizem Yayınları Türk Dili ve Edebiyatı Ders Kitabı Sayfa 46 ile ilgili aşağıda bulunan emojileri kullanarak duygularınızı belirtebilir aynı zamanda sosyal medyada paylaşarak bizlere katkıda bulunabilirsiniz.
Yeni Yorum